23 Mayıs 2020 Cumartesi

Biraz Simyacı'dan Biraz da Benden






Simyacı... Paulo Coelho'nun 67 dile çevrilen masalsı eseri. İlkokul sekizinci sınıfta okuyup bir kenarda duran ardından üniversite son sınıfta ciltli baskısını görüp kapağına hayran olarak tekrar satın aldığım, bir gün muhakkak okurum diyerek kitaplığıma yerleştirdiğim kitap.

Bir gün geldi nihayetinde, tekrar okumaya niyetlendim. Hem de senelerdir birbirimizin adımlarını takip edip birbirimizle hiç tanışıp konuşmadığımız ancak bir anda birbirimizin hayatının merkezinde yer aldığımız 'O'nun sayesinde. Kitaplarımız hakkında konuşurken laf dönüp dolaşıp Simyacı'ya geldi. Sahi ya neden okumuyorum, kitaplığımda okunmadan toz yutuyor aylardır dedim. Okuduktan sonra ödünç alırım senden o vakit dedi. Oysa ki kitaplıklarımızı birleştireceğimiz zamanların hayalini kurup duruyoruz, ödünç almak da neymiş.

Kitapta Endülüslü, Santiago adında çobanlık yapan bir gencin hikayesi anlatılıyor. Kendi "kişisel menkıbesi"nin peşine düşerken yaşadıklarına tanıklık ediyoruz masalsı bir gerçeklikle. Kitabı anlatmaktan, incelemekten ziyade hayattaki hedeflerimizle, yazarın deyimiyle "kişisel menkıbemiz" ile hayata bakış açımız ile ilgili  kesitler, e biraz da bana 'O'nu ve 'biz'i anımsatan alıntılar paylaşacağım sizinle.

"... Çünkü dünyada bir büyük gerçek vardır: Kim olursan ol, ne yaparsan yap, bütün yüreğinle gerçekten bir şey istediğin zaman, evrenin ruhunda bu istek oluşur. Bu senin yeryüzündeki görevindir... Ve bir şey istediğin zaman, bütün evren arzunun gerçekleşmesi için işbirliği yapar." 

Çoğu felsefik görüşün ya da uygulamanın özünde de bu vardır zaten istemek ve tüm zorluklara imkansızlıklara rağmen isteğinden vazgeçmemek.

"Mutluluğun gizi dünyanın bütün harikalarını görmektir ama kaşıktaki iki damla yağı unutmadan."

Kitabın bu kısmında Santiago'ya bilge  kral bir öykü anlatıyor, mutluluğun sırrını bulmak isteyen bir  genç güzel bir şatoda yaşayan bilgelerin bilgesine gidip bu isteğini açıklamış ancak bilge bunu anlatmaya vakti olmadığını söylemiş ona ardından gidip sarayda dolaşmasını iki saat sonra kendisini görmeye gelmesini salık vermiş ama eline bir kaşık verip sonra bu kaşığa iki damla sıvı yağ koyup sarayı dolaşırken bu kaşığı elinde tutup yağı dökmemesini rica etmiş, delikanlı gözünü kaşıktan ayırmadan dolaştıktan sonra bilgenin huzuruna çıkmış, bilge yemek salonundaki Acem halılarını, bahçıvanın on yıldır uğraşıp emek verdiği muhteşem bahçesini, kütüphanesindeki güzel parşömenleri fark edip fark etmediğini sormuş gence, genç utana sıkıla gözünü yağdan ayırmadığından hiçbir şeyi görmediği itiraf etmiş, bilge öyleyse tekrar bir dolaş, oturduğu evi görmeden bir insana güvenemezsin demiş, içi rahatlayan genç tekrar dolaşıp bilgenin huzuruna çıktığında gördüklerinin hepsini tüm ayrıntılarıyla ve hayranlıkla bilgeye anlatmış, bilge ise karşılığında peki emanet ettiğim iki damla yağ nerede diye sormuş, kaşığa bakan delikanlı yağın döküldüğünü fark etmiş, işte bunun üzerine bilge vereceği tek öğütü vermiş "Mutluluğun gizi dünyanın bütün harikalarını görmektir ama kaşıktaki iki damla yağı unutmadan."  

iki damla yağdan herkesin çıkarımı farklıdır elbet ancak bana kalırsa hayattaki kaçınılmaz sorumluluklarımız ve hayatımızı idame ettirebilmek için çektiğimiz geçim sıkıntısı. Tabi yolculuğun sonunda tüm harikaların hiçbirini fark etmeden de göçüp gitmek istemeyiz elbet değil mi?

"Kimse bilinmezden korkmamalı, çünkü herkes istediği ve ihtiyaç duyduğu şeyi ele geçirebilir. İster hayatımız, ister ekin tarlalarımız olsun, sahip olduğumuz şeyleri yitirmekten korkarız. Ama hayat Hikayemiz ile dünya tarihinin aynı el tarafından yazılmış olduğunu anladığımız zaman, bunu anlar anlamaz, bu korku uçup gider."

Sürekli gelecek kaygısı yaşayan biri olarak bu kısmı her okuduğumda yarım doz passiflora almış gibi oluyorum, bunu itiraf etmeden geçemeyeceğim. 

"...çünkü ben ne geçmişte ne de gelecekte yaşıyorum. Benim yalnızca şimdim var ve beni sadece o ilgilendirir. Her zaman şimdide yaşamayı başarabilirsen mutlu bir insan olursun... hayat, yaşamakta olduğumuz andan ibarettir ve sadece budur. "

Bu kısım da bir önceki alıntıyı destekler nitelikte. Acaba yazar, anksiyete sahibi insanlarının yüreğine su serpmek istemiş olabilir mi? Yok sadece soruyorum (:

"O anda zaman durmuş gibi oldu; sanki evrenin ruhu, delikanlının önünde bütün gücüyle ortaya çıkıyormuş gibiydi. Kızın siyah gözlerini, gülümseme ile susma arasında karar veremeyen dudaklarını görünce dünyanın konuştuğu ve yeryüzünün bütün yaratıklarının yürekleriyle anladıkları dilin, en temel ve en yüce bölümünü anladı delikanlı.
Ve Aşk'tı bunun adı, insanlardan da çöllerden de daha eskiydi... Evrenin saf diliydi bu herhangi bir açıklamaya gerek yoktu, çünkü evrenin sonsuz zamanda yoluna devam etmek için hiçbir açıklamaya gereksinimi yoktu."

Yazarın da dediği gibi hiçbir açıklamaya gerek yok.

"...dünyada her zaman bir başkasını beklemekte olan biri bulunduğunu kolayca anlayabilir. Ve bu iki insan karşılaşınca ve gözleri buluşunca, bütün geçmiş ve gelecek artık bütün önemini yitirir, yalnızca o an ve o gökkubbe altında her şeyin aynı el tarafından yazıldığı gerçekliği vardır, bu inanılmaz gerçek vardır. Aşk'ı yaratan ve çalışan, dinlenen ve güneş ışığı altında hazineler arayan her kimse için sevilecek birini yaratmış olan el. Çünkü böyle olmasaydı, insan soyunun hayallerinin hiçbir anlamı olmazdı."

Hayallerine anlam katan ve hayallerinden fazlasını sana yaşatan, işte 'O', burada yazar tarafından anlatılan.

"Aşk, sevilen nesnenin yanında bulunmayı zorunlu kılıyordu."

Evet sanırım Covid-19 günlerinde bizi en çok zorlayan bu. Gerekirse askerlik müessesini dahi çürüğe çıkartabiliriz ancak sokağa çıkma yasakları bizi hapsediyor ve aşırı zorluyor sayın okuyucu. Sevilen nesnenin yanında olamamak aşırı özlem içeriyor.

"...Simyacı bir şişe açıp konuğunun bardağına kırmızı renkli bir sıvı koydu. Şaraptı ve ömrü boyunca hiç içmediği en güzel şaraplardan biri. Ama şarabı şeriat yasaklamıştı. 'Kötülük' dedi simyacı, 'insanın ağzından giren şeyde değildir. Kötülük oradan çıkandadır.' "

Kendini bilmek, yaratandan ziyade yaratılanı sevmek, kimseye zarar vermeden dünyanın bütün harikalarını görmek, ihtiyacı olana yardım etmek ve Hz. Muhammed'in dediği gibi ' Bir kötülük gördüğünüz zaman elinizle, gücünüz yetmezse dilinizle, ona da gücünüz yetmezse kalben karşı koyunuz.' bir kötülük gördüğünüzde ona karşı koymak işte iyi insan olmak için yapabileceğimiz şeyler bu kadar basitken insanların özel yaşamlarını sorgulamak ya da hayatlarına bekçilik(!)  yapmak bizi iyi ve dindar  insan yapmaz sevgili okuyucu. Yazarın da dediği gibi kötülük aslen ağızdan çıkandadır. Kalp kırmayın.

"İnsan sevdiği için sever. Aşkın hiçbir gerekçesi yoktur...Seni seviyorum çünkü bütün evren sana ulaşmam için işbirliği yaptı."

Aşkın niyesi, nedeni, öncesi ya da bir zemini yoktur. Aşk, akrepsiz ve yelkovansız saatlerin kadranında yaşanır.

"Kendi kişisel menkıbesini yaşayan kimse neye ihtiyacı varsa hepsini bilir. Bir düşün gerçekleşmesini bir tek şey olanaksız kılar: başarısızlığa uğrama korkusu."

Korku yüzünden hiç harekete geçmemek, aslında başarısızlığı yaşayıp sonuçlarını görerek bundan ders çıkarma fırsatından çok daha kötü oysa ki.

"Aşk, ne çöl gibi devinimsiz durmaktan, ne rüzgar gibi dünyayı dolaşmaktan, ne de senin gibi her şeyi uzaktan görmekten ibarettir.
Aşk, evrenin ruhunu değiştiren ve geliştiren güçtür. İlk kez onun içine girdiğim zaman, onun kusursuz olduğunu sandım. Ama daha sonra onun yaratılmış olan her şeyin yansıması olduğunu, onun da savaşları ve tutkuları olduğunu gördüm.
Evrenin ruhunu bizler besliyoruz ve üzerinde yaşadığımız dünya, bizim daha iyi ya da daha kötü olmamıza göre, daha iyi ya da daha kötü olacaktır.
Aşkın gücü işte burada işe karışır; çünkü sevdiğimiz zaman, olduğumuzdan daha iyi olmak isteriz."


Sizi her zaman olduğunuzdan daha da iyi olmaya itecek insanları sevin.

Kitabın sonunda Santiago kişisel menkıbesine ulaşıyor yani hazinesine. Meğer hazine yanı başındaymış bizim çobanın. 

Aynı semtte 16 yıl, aynı lisede 4 yıl, üniversitede İzmit-Sakarya kadar yakın ama birbirimizden habersiz. Meğer benim de hazinem yanı başımdaymış. Bunca yıldır yanı başımda duran ancak fark edemediğim biricik hazinem, 'O'... O'nu seviyorum çünkü bütün evren ona ulaşmam için işbirliği yaptı.

Sevgiyle ve sağlıcakla kalın sevgili okuyucu.

Yüreğiniz neredeyse hazineniz de oradadır.


13 Aralık 2018 Perşembe

kafamız karışık.



Birileri okur ümidiyle bir şeyler yazarken kafamdan o kadar çok düşünce geçiyor ki çizgi roman olsam başımın üzerinde iki metre kare büyüklüğünde içiçe girmiş düşüncelerden oluşan yazı baloncukları çıkardı. Kafamız bugün de karışık neden mi işte buyrun.

Hiç hatırlayamadığımız o güzel zamanlar...
0-5 yaş aralığından bahsediyorum. 

Geçen gün küçük kuzenimin hatırlayamadığı için ağladığı zamanları.

Hatırlasaydık belki en kaygısız olduğumuz o günlerde nasıl hissettiğimizi, nasıl düşündüğümüzü özümseyip şimdiki zamanda yaşadığımız derin kaygı ve mutsuzluklardan ya da altında ezildiğimiz o koca koca sorumlulukların eziyetinden arınmamız çok daha kolay olurdu.

Hatırlayamadığımız için bahsettiğim sıkıntılarla baş etmek adına başka çıkış yolları, eğlence ya da kafa dağıtma yolları arıyoruz. Hemen akıllara e sosyal medya var ya diye çıkış yolu gelebiliyor.Tabi sosyal medya sağ olsun yaklaşık 8 senedir hayatımızda, her gün biraz daha yaşamımıza yerleşen bu büyülü dünya da artık kimimize kabak tadı vermeye başladı bile.

Dedim ya büyülü dünya! Herkesin çok mutlu olduğu, pahalı kıyafetler giyip, elit mekanlarda gününü gün ettiği, her hafta sonu keşif için bir yerlere gittiği...
Peki gerçekten öyle mi? 
Sadece mutlu anların paylaşıldığı, o ponçik videolar, renkli fotoğraflar çekildikten sonra yaşanan tartışmaların, sorunların bahsinin dahi geçmediği bir dünya, aslında gösterildiği kadar da güzel olmayan bir dünya.
Mutlaka alıcısının olduğu paylaşılan laf sokmalı özlü sözlerden bahsetmiyorum dahi. 

İtiraf edelim, kabak tadı verdi gerçekten. İyi de sosyal medya olmadan önce nasıl baş ediliyordu başta bahsettiğim sorunlarla? Sonuçta sosyal medyayla doğmadık di mi? Di.

Doğmadık doğmasına da öncesi yaptıklarımızı da unuttuk. 

Aslında bir şeyler geliyor aklıma, hepimizin aşina olduğu, kimimizin duymaktan sıkıldığı,çoğumuzun CV'leri doldurmak amacıyla hobi olarak yazdığı... Bu klişeyi duymak için mi buraya kadar okuduk bu yazıyı diyeceksiniz ama yazının icadından beri çoğu kıymetli insanın da onayladığı,
evrensel olan bu aktivite sayesinde senden asırlar önce yaşamış olan biri, senin de içini kemiren ve bir türlü ifade edemediğin duyguları ifade etmiştir bir yerlerde ya da bunu yazan keşke çok yakın bir arkadaşım olsaydı da canım her istediğinde onu telefonla arayıp konuşabilseydim dersin. 
Evet, iyi bir kitap okumak, en evrensel olan ve seni bu dünyadan alıp bambaşka diyarlara götüren en samimi aktivite.

Kimimizin hala bu değerli alışkanlığı bir hazineye sahipmişçesine koruyup kolladığı, kimimizin kötü bir kitaba rastlayıp araya uzunca mesafeler koyduğu bir zamanda yaşıyoruz, zaman öldürmek adına vasıfsız bir çok içerik türediğinden bu sihirli dünyanın kapısını aralamayı da unutuveriyoruz.

Suç tamamen de bizde değil aslında, bu kadar hayıflanmanın alemi de yok açıkçası. Günümüz kitaplarının kaçı bizi alıp bir yerlere götürüyor ya da  kaç yazar var cümlelerin özünü doldurup okuyucuya ileten? Ahir zamanda helal yemek kadar helal olsun dedirtecek kitap bulmak da oldukça zor. Ama biz yine de eksik etmeyelim sol cebimizden umudu...

Bakınız son iki cümlemde yine farklı ideolojileri kaynaştırıp fazlaca haklı bulduğum bir sonuç elde ettim ehehe. 

Son olarak ümit, barış, motivasyon, mutluluk falan filan işte.





21 Ağustos 2018 Salı

mutluluk kuyruğumuzda!



Bir gün yaşlı bir sokak kedisi dışarıda yürüyüşe çıkar ve bir yavru kedinin kuyruğunu yakalamaya çalıştığını görür.Bir süre hafif şaşkınlıkla izledikten sonra yavru kedinin yanına
giderek;

 “Affedersin, bir süredir kuyruğunu yakalamaya çalıştığını izliyorum, tam olarak
ne yapıyorsun?” diye sorar. Yavru kedi yaptığı şeyi bırakmadan;

“Kedi felsefesi okulundan yeni çıktım, bugün iki şey öğrendik.
Birincisi, bir kedi için en önemli şeyin mutluluk olduğu, ikincisi ise mutluluğumuzun kuyruğumuzda olduğu. Bu yüzden kuyruğumu kovalıyorum. Yakalarsam sonsuz mutluluk elde edeceğim.” Yaşlı sokak kedisi şaşırır.

“Senin yaşamda sahip olduğun avantajlara sahip olmayabilirim.
Kedi felsefesi okuluna hiç gitmedim. Ancak 13 yıldır sokaklardayım, ben de aynı
şeyi öğrendim” der. 

“Gerçekten mi?” diye sorar şaşkınlıkla yavru kedi. “Peki kuyruğunu yakalayıp sonsuz
mutluluğu buldun mu?” diye sorar. Yaşlı sokak kedisi kafasını sallar ve 

“Hayır hiç yakalayamadım” der. Yavru kedi kuyruğunu kovalamayı bırakır. 

“Peki daha sonra ne oldu?” diye merakla sorar. Yaşlı sokak kedisi 

“Mutluluğun bir kedi için en önemli şey olduğu doğru; mutluluğumuzun kuyruğumuzda saklı olduğu da doğru ama eğer kendi hayatıma odaklanır ve yaşamımı istediğim gibi yaşarsam, nereye gidersem gideyim kuyruğum beni takip eder” diye cevap verir.


Mutluluk sensin. Gerçekten yaşamak istediklerin. Nefes alışın. 
Her anın senin mutluluğun... 
Ve lütfen mutlu olduğunda bunu fark et ve haykır ya da mırıldan ya da sadece düşünmekle yetin, 
‘Eğer bu muhteşem değilse, muhteşem olan nedir ki!’

Filozof Wayne Dyer’ın hikayesi

22 Temmuz 2018 Pazar

hayatımdan 1 dilim!




Selam herkes!

Şahsi bir meseleden bahsetmek isterim ki 7 yaşımdan itibaren 12 sene boyunca çabalayıp okumaya hak kazandığım hukuk fakültesini bitirip mezun oldum. Y-A-Y




Mezuniyet törenindeki sevinç gurur hüzün duygularının oluşturduğu karmaşıklığı kesinlikle herkesin yaşaması gerekir diye düşünüyorum. Fakülteden kaç kişi mezun oldu ya da kaç kişiyle aynı anda salonun ortasında olduğumu bilmiyorum ama kendimi sanırım bir daha bu kadar özel hissedeceğim yer düğünüm olur muhtemelen ki onda da kayınvalide görümce vs. etkenlerini düşünecek olursak bu kadar stressiz olacağını hiç sanmıyorum (: 

Ortada koca bir emek var, içinde herkesin payı olan koca bir emek. Bu yolda kazanılan dostluklar, arkadaşlıklar; öğrenilen hayat dersleri ve dahası. Biliyorum belki yaşadığım devlet ya da yanında çalışacağım insanlar  benim kadar önemsemeyecek bu emeği ama ben yaşadım,zorlandım, bu yolda kendimi hayallerle yatıştırdım, her şey güzel olacak dedim...

Dedim demesine de zorunlu avukatlık stajı öncesi boşluk bile içimi kavurup beni kaygılarla başbaşa bırakmaya başladı.




Sıcağın da etkisiyle daha da büyüyen bunalımlı haleti ruhiyyemi Louis Armstrong'la Frank Sinatra'yla yatıştırmaya çalışıyorum. Bünyemdeki 15 kilo fazlalığı da saymazsak en azından bedenen sağlıklı  bir insan olmanın tadını çıkarmaya çalışıyorum. Elbette ki kendi ayaklarımın üzerinde durmanın hazzı bir başka olacak biliyorum ama güzel günler bu kadar yakınken sabırsızlığımı da anlayışla karşılamalı di miii? (: 

En az bir yabancı dilini geliştirip, dünyayı gezmek için bir başkasına muhtaç olmamak, yeni insanlar tanıyıp hayata bakış açını geliştirmek, iyiyle kötü arasındaki ince çizgiyi kavrayıp başkalarına yol göstermek, bulunduğu çevreden farklı olduğunu hisseden bir kız çocuğuna ilham olabilmek kadar büyük bir zenginlik yoktur bence. Hele ki sevgiyi en doğru kişide yakalayıp hayaline engel olmak yerine hayaline destek olan, hayaline ortak olan gönül eşin de varsa yanında değme hayatın keyfine! 




Hayatı pastel renklerle boyayıp, rengarenk yaşamak en doğal hakkımız nasılsa.
Çünkü bu hayatın başrol oyuncusu biziz! Hem de yazılan senaryoda seçimlerimizle çoook büyük farklılıklar yaratabiliyoruz (:


Şans, ilham, mutluluk ha bir de güzel bir kahveyle ruhunuzu dinginleştirecek blues klasikleri sizinle olsun! 




vazgeçilmez çalma listem: dreams

feminen duygularınızı okşayacak komedi film önerisi: Je ne suis pas un homme facile
Posted on 16:45 | Categories:

3 Şubat 2018 Cumartesi

Selam!

Selam bir aynada iki görüntü:

Hem suret hem gerçek...


Selam deruni bir işarettir. Zahiri bir hareket, bir ılık tebessüm. Belki bir süzgün gamze...


Eriten yığınla kötülükleri, kinleri, düşmanlıkları... Seven ile sevilecek arasında bir dostluk ve meveddet, bir kardeşlik ve uhuvvet koridoru. 


Sevginin temeli; sevenlerin vazifelerini hatırlatan tebliğ. 

Kamil insana açılan kapı.


Kutadgu Bilig ‘Selamı veren eman verir. Selam alan selamette olur’ der.

Selamı yaymak, sevginin sebebi. Selam yoksa konuşma yok, selam yoksa görme yok, işitme yok, kımıldama yok. Yerle gök arasında bir selama muhtacız, bir saadet selamına, saadet getiren selama.


(İskender Pala, Kırk Güzeller Çeşmesi)


12 Eylül 2017 Salı

Bir Fransız tatlısı: Le Macaron

Merhaba herkes!

Aslında bir İtalyan olan makaron, Catherine de Medicini, II. Henry ile evlenince Fransa'ya aşçılarını da alıp gitmiş. Sonuç olarak İtalya'nın basit kurabiyesi, Fransa'da gelişerek günümüzdeki halini almış. 
Aslı İtalyan olabilir ama onu bu kadar meşhur yapan kesinlikle Fransız dokunuşları.

Karşınızda google translateden dinlediğim kadarıyla Fransızca telaffuzuyla:

 'löö mekeröön'

Şimdilerde biz makaron diyoruz bu tatlıya. 

İlk yediğimde arasındaki kremayı saymazsak
'bizim pastanelerde satılan bezenin aynısı' dedim. 

Son yediğimde ise bal badem aromalısını denedim ve bu defa da 
'aa kız bu acıbadem kurabiyesi yaa' dedim.




Evet, bu yazıyı paylaşmaya karar verdiğimde de Google'da macaron diye aratınca acıbadem kurabiyesi diye aydınlattı beni sağolsun. Yani bizim 40 yıllık acıbadem kurabiyesi olmuş makaron. Tamam o kadar kesin bir çizgiyle ayırmak da yanlış olur. Çünkü makaronun aroma sayısı çok fazla ve farklı aromalar bir araya geldiğinde bir renk cümbüşü oluşturuyor. 

Aslında bu yazıyı yazmadan önce makaron hazırlarken bir video çekmek istedim ama badem tozu bulamadığımdan 
-elverişsiz konum şartlarından (bkz. Manisa'da bulunmam) dolayı- bu lezzetli tarifi deneme fırsatını da'şimdilik' kaçırmış oldum. (lakin izlediğim makaron tariflerinden en beğendiğimin linkini aşağıda paylaşacağım)


Temel olarak badem tozu, yumurta akı ve şekerden meydana gelen makaronlar aslında girişte bahsettiğim gibi küçümsenecek, yalnızca bir kurabiye olarak göreceğimiz tatlı değil. Yani en azından bana göre öyle (:


Yapmak gerçekten titizlik gerektirdiğinden en güzel yapan yerlerden kendimizi şımartacak kadar makaron satın almak da tercih edilesi. Çok fazla yerden deneme şansım olmasa da size önerilerim yok değil. Kahve Dünyasının makaronları maalesef bana beni mutluluk diyarlarına götüren tadı vermedi, 'yuppiğ Manisa'ya makaroncu açılmış' diyerek gittiğim nispeten Kahve Dünyası'nda yediğimden daha iyi olan yerel makaroncumuzun makaronları da yoklukta gider lakin Arpege Patissiere'nin makaronları ef-sa-nedir. Öyle ki yerken Antalya gaydasını içinizden mırıldanırsınız kaliite kaliite diye.

Şimdi sizi internetten bulduğum görsellerle makaronların sihirli alemine götüreceğim, uçuşa hazır olun!
Öyle bir iddiam yok aslında ama gerçekten görsel bir şölen.

Henüz bu lezzeti denemeyenler varsa ve naçizane önerimle denemek isterlerse şimdiden afiyet olsun! :)






Bonus: şimdiye denk gördüğüm en güzel yeni iş hediyesi.



En beğendiğim makaron tarifi videosu:

Arpege'nin resmi internet sitesi:


22 Ağustos 2017 Salı

Edebiyat'a Dair

    
Merhaba herkes!

Bugün sizinle biraz edebiyat konuşmak istedim. Yok canım maviciler, ikinci yeniciler gibi beylik laflar etmek ne haddime naçizane bir ucundan tutmak lazım edebiyatın  malum bu karmaşanın içinde.

Cümleler devrik kurulunca yazı olur şairane
Devriksiz cümleli blog yazısı yazınca da olurum ben biçare.

Mizahın kıyısından köşesinden geçmeyen bu ikiliğin ardından sadede gelirsek sizlere,takip ettiğim edebiyata dair güzelliklerden bahsedeceğim. Öncelikle: 


Kafkaokur Fikir-Sanat-Edebiyat Dergisi

Eylül ayında 19. sayısı çıkacak olan dergiyi 10. sayısından beri düzenli olarak takip ediyorum
(ehe ehe 9 sayı almış hebele hübele yapıyor demeyin 2 ayda bir yayınlanıyor çarpınca 18 ay ediyor, soruyorum size çağımızda kaç ilişki 18 ayı deviriyor?).





Dergi, 2014 yılının eylül ayında yayın hayatına geçmiş, ayrıca her sayısında önemli bir şahsiyetin portesini kapak yaparak tasarımı ile hayranlık uyandırıyor.


Her sayısını heyecanla bekliyorum desem yalan olmaz hani, içeriği kapaktaki şahsiyetin biyografisinden başlayarak güçlü ve sade kalemlerin anlatıları, hikayeleri, denemeleri ile devam ediyor. 



Instagirl okuyucularının  #kafkaokur hashtagiyle paylaşılan dergi fotoğraflarına da derginin son sayfasında yer veriliyor. ( bu akıma kapılıp giden aciz bir instagirl de benim, bir fotoğrafımı paylaşmadılar ya alacakları olsun duyun beni ey kafkaokur editörleri! )





İflah olmaz bir edebiyat tutkunu olmamakla birlikte benim düzeyimdeki her insanın keyifle okuyabileceği bir dergi kanımca.

Önceki sayılarına ulaşmak için:
www.kafkadukkan.com/dergi


dipnot: ekşi sözlüğe bakarsanız her şeye muhalefet olan kronikleşmiş memnuniyetsizlik hastalığına sahip olanların engin gazabının dergiye de sızmış olacağını göreceksiniz.



bir yudum kitap
biryudumkitap, her sabah 5 dakikada okuyabileceğimiz roman ve hikaye pasajlarını e-posta adresimize düşüren bir servis.

üstelik direk konuya da dalmıyor, pat diye al sana pasaj demiyor yani, bir selam bir kelam ediyor. Günaydın deyip gündemden, güzelliklerden bahsediyor, kelamın sonunda da var olun sevgili okur diye hoş dileklerini sunmuyor mu, bir hoş oluyor tabi okur. 





Her sabah bir gözüm açık diğeri kapalı yatakta okuduğum pasajların sonu gelmesin dilerim, bir de Cumartesi şiirleri var ki tadı damakta kalıyor.

Bu servis tamamen ücretsiz, üstelik sadece http://www.biryudumkitap.com/index.html adresine adınızı ve e-posta adresinizi yazarak abone olabiliyorsunuz. 



Her şeye vakit bulup da okumaya vakit bulamayan bir toplumda böyle kaynaklara böyle girişimlere elbet çok ihtiyacımız var.  


İnsan her gün bir parça müzik dinlemeli, iyi bir şiir okumalı, güzel bir tablo görmeli ve mümkünse birkaç mantıklı cümle söylemelidir.  -Goethe 
Keşke bir şiir okumuş, bir kedi sevmiş olsaydınız. Belki bu kadar kirletmezdiniz birbirinizi. -Turgut Uyar


Küçücük de olsa ilham verebildiysem ne mutlu bana.Hadi ucundan da olsa tutalım edebiyatın, bir şiir okumuş olalım, bir kedi sevmiş olalım, belki ne birbirimizi kirletiriz ne de dünyayı.   








paylaşım