13 Aralık 2018 Perşembe

kafamız karışık.



Birileri okur ümidiyle bir şeyler yazarken kafamdan o kadar çok düşünce geçiyor ki çizgi roman olsam başımın üzerinde iki metre kare büyüklüğünde içiçe girmiş düşüncelerden oluşan yazı baloncukları çıkardı. Kafamız bugün de karışık neden mi işte buyrun.

Hiç hatırlayamadığımız o güzel zamanlar...
0-5 yaş aralığından bahsediyorum. 

Geçen gün küçük kuzenimin hatırlayamadığı için ağladığı zamanları.

Hatırlasaydık belki en kaygısız olduğumuz o günlerde nasıl hissettiğimizi, nasıl düşündüğümüzü özümseyip şimdiki zamanda yaşadığımız derin kaygı ve mutsuzluklardan ya da altında ezildiğimiz o koca koca sorumlulukların eziyetinden arınmamız çok daha kolay olurdu.

Hatırlayamadığımız için bahsettiğim sıkıntılarla baş etmek adına başka çıkış yolları, eğlence ya da kafa dağıtma yolları arıyoruz. Hemen akıllara e sosyal medya var ya diye çıkış yolu gelebiliyor.Tabi sosyal medya sağ olsun yaklaşık 8 senedir hayatımızda, her gün biraz daha yaşamımıza yerleşen bu büyülü dünya da artık kimimize kabak tadı vermeye başladı bile.

Dedim ya büyülü dünya! Herkesin çok mutlu olduğu, pahalı kıyafetler giyip, elit mekanlarda gününü gün ettiği, her hafta sonu keşif için bir yerlere gittiği...
Peki gerçekten öyle mi? 
Sadece mutlu anların paylaşıldığı, o ponçik videolar, renkli fotoğraflar çekildikten sonra yaşanan tartışmaların, sorunların bahsinin dahi geçmediği bir dünya, aslında gösterildiği kadar da güzel olmayan bir dünya.
Mutlaka alıcısının olduğu paylaşılan laf sokmalı özlü sözlerden bahsetmiyorum dahi. 

İtiraf edelim, kabak tadı verdi gerçekten. İyi de sosyal medya olmadan önce nasıl baş ediliyordu başta bahsettiğim sorunlarla? Sonuçta sosyal medyayla doğmadık di mi? Di.

Doğmadık doğmasına da öncesi yaptıklarımızı da unuttuk. 

Aslında bir şeyler geliyor aklıma, hepimizin aşina olduğu, kimimizin duymaktan sıkıldığı,çoğumuzun CV'leri doldurmak amacıyla hobi olarak yazdığı... Bu klişeyi duymak için mi buraya kadar okuduk bu yazıyı diyeceksiniz ama yazının icadından beri çoğu kıymetli insanın da onayladığı,
evrensel olan bu aktivite sayesinde senden asırlar önce yaşamış olan biri, senin de içini kemiren ve bir türlü ifade edemediğin duyguları ifade etmiştir bir yerlerde ya da bunu yazan keşke çok yakın bir arkadaşım olsaydı da canım her istediğinde onu telefonla arayıp konuşabilseydim dersin. 
Evet, iyi bir kitap okumak, en evrensel olan ve seni bu dünyadan alıp bambaşka diyarlara götüren en samimi aktivite.

Kimimizin hala bu değerli alışkanlığı bir hazineye sahipmişçesine koruyup kolladığı, kimimizin kötü bir kitaba rastlayıp araya uzunca mesafeler koyduğu bir zamanda yaşıyoruz, zaman öldürmek adına vasıfsız bir çok içerik türediğinden bu sihirli dünyanın kapısını aralamayı da unutuveriyoruz.

Suç tamamen de bizde değil aslında, bu kadar hayıflanmanın alemi de yok açıkçası. Günümüz kitaplarının kaçı bizi alıp bir yerlere götürüyor ya da  kaç yazar var cümlelerin özünü doldurup okuyucuya ileten? Ahir zamanda helal yemek kadar helal olsun dedirtecek kitap bulmak da oldukça zor. Ama biz yine de eksik etmeyelim sol cebimizden umudu...

Bakınız son iki cümlemde yine farklı ideolojileri kaynaştırıp fazlaca haklı bulduğum bir sonuç elde ettim ehehe. 

Son olarak ümit, barış, motivasyon, mutluluk falan filan işte.





21 Ağustos 2018 Salı

mutluluk kuyruğumuzda!



Bir gün yaşlı bir sokak kedisi dışarıda yürüyüşe çıkar ve bir yavru kedinin kuyruğunu yakalamaya çalıştığını görür.Bir süre hafif şaşkınlıkla izledikten sonra yavru kedinin yanına
giderek;

 “Affedersin, bir süredir kuyruğunu yakalamaya çalıştığını izliyorum, tam olarak
ne yapıyorsun?” diye sorar. Yavru kedi yaptığı şeyi bırakmadan;

“Kedi felsefesi okulundan yeni çıktım, bugün iki şey öğrendik.
Birincisi, bir kedi için en önemli şeyin mutluluk olduğu, ikincisi ise mutluluğumuzun kuyruğumuzda olduğu. Bu yüzden kuyruğumu kovalıyorum. Yakalarsam sonsuz mutluluk elde edeceğim.” Yaşlı sokak kedisi şaşırır.

“Senin yaşamda sahip olduğun avantajlara sahip olmayabilirim.
Kedi felsefesi okuluna hiç gitmedim. Ancak 13 yıldır sokaklardayım, ben de aynı
şeyi öğrendim” der. 

“Gerçekten mi?” diye sorar şaşkınlıkla yavru kedi. “Peki kuyruğunu yakalayıp sonsuz
mutluluğu buldun mu?” diye sorar. Yaşlı sokak kedisi kafasını sallar ve 

“Hayır hiç yakalayamadım” der. Yavru kedi kuyruğunu kovalamayı bırakır. 

“Peki daha sonra ne oldu?” diye merakla sorar. Yaşlı sokak kedisi 

“Mutluluğun bir kedi için en önemli şey olduğu doğru; mutluluğumuzun kuyruğumuzda saklı olduğu da doğru ama eğer kendi hayatıma odaklanır ve yaşamımı istediğim gibi yaşarsam, nereye gidersem gideyim kuyruğum beni takip eder” diye cevap verir.


Mutluluk sensin. Gerçekten yaşamak istediklerin. Nefes alışın. 
Her anın senin mutluluğun... 
Ve lütfen mutlu olduğunda bunu fark et ve haykır ya da mırıldan ya da sadece düşünmekle yetin, 
‘Eğer bu muhteşem değilse, muhteşem olan nedir ki!’

Filozof Wayne Dyer’ın hikayesi

22 Temmuz 2018 Pazar

hayatımdan 1 dilim!




Selam herkes!

Şahsi bir meseleden bahsetmek isterim ki 7 yaşımdan itibaren 12 sene boyunca çabalayıp okumaya hak kazandığım hukuk fakültesini bitirip mezun oldum. Y-A-Y




Mezuniyet törenindeki sevinç gurur hüzün duygularının oluşturduğu karmaşıklığı kesinlikle herkesin yaşaması gerekir diye düşünüyorum. Fakülteden kaç kişi mezun oldu ya da kaç kişiyle aynı anda salonun ortasında olduğumu bilmiyorum ama kendimi sanırım bir daha bu kadar özel hissedeceğim yer düğünüm olur muhtemelen ki onda da kayınvalide görümce vs. etkenlerini düşünecek olursak bu kadar stressiz olacağını hiç sanmıyorum (: 

Ortada koca bir emek var, içinde herkesin payı olan koca bir emek. Bu yolda kazanılan dostluklar, arkadaşlıklar; öğrenilen hayat dersleri ve dahası. Biliyorum belki yaşadığım devlet ya da yanında çalışacağım insanlar  benim kadar önemsemeyecek bu emeği ama ben yaşadım,zorlandım, bu yolda kendimi hayallerle yatıştırdım, her şey güzel olacak dedim...

Dedim demesine de zorunlu avukatlık stajı öncesi boşluk bile içimi kavurup beni kaygılarla başbaşa bırakmaya başladı.




Sıcağın da etkisiyle daha da büyüyen bunalımlı haleti ruhiyyemi Louis Armstrong'la Frank Sinatra'yla yatıştırmaya çalışıyorum. Bünyemdeki 15 kilo fazlalığı da saymazsak en azından bedenen sağlıklı  bir insan olmanın tadını çıkarmaya çalışıyorum. Elbette ki kendi ayaklarımın üzerinde durmanın hazzı bir başka olacak biliyorum ama güzel günler bu kadar yakınken sabırsızlığımı da anlayışla karşılamalı di miii? (: 

En az bir yabancı dilini geliştirip, dünyayı gezmek için bir başkasına muhtaç olmamak, yeni insanlar tanıyıp hayata bakış açını geliştirmek, iyiyle kötü arasındaki ince çizgiyi kavrayıp başkalarına yol göstermek, bulunduğu çevreden farklı olduğunu hisseden bir kız çocuğuna ilham olabilmek kadar büyük bir zenginlik yoktur bence. Hele ki sevgiyi en doğru kişide yakalayıp hayaline engel olmak yerine hayaline destek olan, hayaline ortak olan gönül eşin de varsa yanında değme hayatın keyfine! 




Hayatı pastel renklerle boyayıp, rengarenk yaşamak en doğal hakkımız nasılsa.
Çünkü bu hayatın başrol oyuncusu biziz! Hem de yazılan senaryoda seçimlerimizle çoook büyük farklılıklar yaratabiliyoruz (:


Şans, ilham, mutluluk ha bir de güzel bir kahveyle ruhunuzu dinginleştirecek blues klasikleri sizinle olsun! 




vazgeçilmez çalma listem: dreams

feminen duygularınızı okşayacak komedi film önerisi: Je ne suis pas un homme facile
Posted on 16:45 | Categories:

3 Şubat 2018 Cumartesi

Selam!

Selam bir aynada iki görüntü:

Hem suret hem gerçek...


Selam deruni bir işarettir. Zahiri bir hareket, bir ılık tebessüm. Belki bir süzgün gamze...


Eriten yığınla kötülükleri, kinleri, düşmanlıkları... Seven ile sevilecek arasında bir dostluk ve meveddet, bir kardeşlik ve uhuvvet koridoru. 


Sevginin temeli; sevenlerin vazifelerini hatırlatan tebliğ. 

Kamil insana açılan kapı.


Kutadgu Bilig ‘Selamı veren eman verir. Selam alan selamette olur’ der.

Selamı yaymak, sevginin sebebi. Selam yoksa konuşma yok, selam yoksa görme yok, işitme yok, kımıldama yok. Yerle gök arasında bir selama muhtacız, bir saadet selamına, saadet getiren selama.


(İskender Pala, Kırk Güzeller Çeşmesi)


paylaşım