Simyacı... Paulo Coelho'nun 67 dile çevrilen masalsı eseri. İlkokul sekizinci sınıfta okuyup bir kenarda duran ardından üniversite son sınıfta ciltli baskısını görüp kapağına hayran olarak tekrar satın aldığım, bir gün muhakkak okurum diyerek kitaplığıma yerleştirdiğim kitap.
Bir gün geldi nihayetinde, tekrar okumaya niyetlendim. Hem de senelerdir birbirimizin adımlarını takip edip birbirimizle hiç tanışıp konuşmadığımız ancak bir anda birbirimizin hayatının merkezinde yer aldığımız 'O'nun sayesinde. Kitaplarımız hakkında konuşurken laf dönüp dolaşıp Simyacı'ya geldi. Sahi ya neden okumuyorum, kitaplığımda okunmadan toz yutuyor aylardır dedim. Okuduktan sonra ödünç alırım senden o vakit dedi. Oysa ki kitaplıklarımızı birleştireceğimiz zamanların hayalini kurup duruyoruz, ödünç almak da neymiş.
Kitapta Endülüslü, Santiago adında çobanlık yapan bir gencin hikayesi anlatılıyor. Kendi "kişisel menkıbesi"nin peşine düşerken yaşadıklarına tanıklık ediyoruz masalsı bir gerçeklikle. Kitabı anlatmaktan, incelemekten ziyade hayattaki hedeflerimizle, yazarın deyimiyle "kişisel menkıbemiz" ile hayata bakış açımız ile ilgili kesitler, e biraz da bana 'O'nu ve 'biz'i anımsatan alıntılar paylaşacağım sizinle.
"... Çünkü dünyada bir büyük gerçek vardır: Kim olursan ol, ne yaparsan yap, bütün yüreğinle gerçekten bir şey istediğin zaman, evrenin ruhunda bu istek oluşur. Bu senin yeryüzündeki görevindir... Ve bir şey istediğin zaman, bütün evren arzunun gerçekleşmesi için işbirliği yapar."
Çoğu felsefik görüşün ya da uygulamanın özünde de bu vardır zaten istemek ve tüm zorluklara imkansızlıklara rağmen isteğinden vazgeçmemek.
"Mutluluğun gizi dünyanın bütün harikalarını görmektir ama kaşıktaki iki damla yağı unutmadan."
Kitabın bu kısmında Santiago'ya bilge kral bir öykü anlatıyor, mutluluğun sırrını bulmak isteyen bir genç güzel bir şatoda yaşayan bilgelerin bilgesine gidip bu isteğini açıklamış ancak bilge bunu anlatmaya vakti olmadığını söylemiş ona ardından gidip sarayda dolaşmasını iki saat sonra kendisini görmeye gelmesini salık vermiş ama eline bir kaşık verip sonra bu kaşığa iki damla sıvı yağ koyup sarayı dolaşırken bu kaşığı elinde tutup yağı dökmemesini rica etmiş, delikanlı gözünü kaşıktan ayırmadan dolaştıktan sonra bilgenin huzuruna çıkmış, bilge yemek salonundaki Acem halılarını, bahçıvanın on yıldır uğraşıp emek verdiği muhteşem bahçesini, kütüphanesindeki güzel parşömenleri fark edip fark etmediğini sormuş gence, genç utana sıkıla gözünü yağdan ayırmadığından hiçbir şeyi görmediği itiraf etmiş, bilge öyleyse tekrar bir dolaş, oturduğu evi görmeden bir insana güvenemezsin demiş, içi rahatlayan genç tekrar dolaşıp bilgenin huzuruna çıktığında gördüklerinin hepsini tüm ayrıntılarıyla ve hayranlıkla bilgeye anlatmış, bilge ise karşılığında peki emanet ettiğim iki damla yağ nerede diye sormuş, kaşığa bakan delikanlı yağın döküldüğünü fark etmiş, işte bunun üzerine bilge vereceği tek öğütü vermiş "Mutluluğun gizi dünyanın bütün harikalarını görmektir ama kaşıktaki iki damla yağı unutmadan."
iki damla yağdan herkesin çıkarımı farklıdır elbet ancak bana kalırsa hayattaki kaçınılmaz sorumluluklarımız ve hayatımızı idame ettirebilmek için çektiğimiz geçim sıkıntısı. Tabi yolculuğun sonunda tüm harikaların hiçbirini fark etmeden de göçüp gitmek istemeyiz elbet değil mi?
"Kimse bilinmezden korkmamalı, çünkü herkes istediği ve ihtiyaç duyduğu şeyi ele geçirebilir. İster hayatımız, ister ekin tarlalarımız olsun, sahip olduğumuz şeyleri yitirmekten korkarız. Ama hayat Hikayemiz ile dünya tarihinin aynı el tarafından yazılmış olduğunu anladığımız zaman, bunu anlar anlamaz, bu korku uçup gider."
Sürekli gelecek kaygısı yaşayan biri olarak bu kısmı her okuduğumda yarım doz passiflora almış gibi oluyorum, bunu itiraf etmeden geçemeyeceğim.
"...çünkü ben ne geçmişte ne de gelecekte yaşıyorum. Benim yalnızca şimdim var ve beni sadece o ilgilendirir. Her zaman şimdide yaşamayı başarabilirsen mutlu bir insan olursun... hayat, yaşamakta olduğumuz andan ibarettir ve sadece budur. "
Bu kısım da bir önceki alıntıyı destekler nitelikte. Acaba yazar, anksiyete sahibi insanlarının yüreğine su serpmek istemiş olabilir mi? Yok sadece soruyorum (:
"O anda zaman durmuş gibi oldu; sanki evrenin ruhu, delikanlının önünde bütün gücüyle ortaya çıkıyormuş gibiydi. Kızın siyah gözlerini, gülümseme ile susma arasında karar veremeyen dudaklarını görünce dünyanın konuştuğu ve yeryüzünün bütün yaratıklarının yürekleriyle anladıkları dilin, en temel ve en yüce bölümünü anladı delikanlı.
Ve Aşk'tı bunun adı, insanlardan da çöllerden de daha eskiydi... Evrenin saf diliydi bu herhangi bir açıklamaya gerek yoktu, çünkü evrenin sonsuz zamanda yoluna devam etmek için hiçbir açıklamaya gereksinimi yoktu."
Yazarın da dediği gibi hiçbir açıklamaya gerek yok.
"...dünyada her zaman bir başkasını beklemekte olan biri bulunduğunu kolayca anlayabilir. Ve bu iki insan karşılaşınca ve gözleri buluşunca, bütün geçmiş ve gelecek artık bütün önemini yitirir, yalnızca o an ve o gökkubbe altında her şeyin aynı el tarafından yazıldığı gerçekliği vardır, bu inanılmaz gerçek vardır. Aşk'ı yaratan ve çalışan, dinlenen ve güneş ışığı altında hazineler arayan her kimse için sevilecek birini yaratmış olan el. Çünkü böyle olmasaydı, insan soyunun hayallerinin hiçbir anlamı olmazdı."
Hayallerine anlam katan ve hayallerinden fazlasını sana yaşatan, işte 'O', burada yazar tarafından anlatılan.
"Aşk, sevilen nesnenin yanında bulunmayı zorunlu kılıyordu."
Evet sanırım Covid-19 günlerinde bizi en çok zorlayan bu. Gerekirse askerlik müessesini dahi çürüğe çıkartabiliriz ancak sokağa çıkma yasakları bizi hapsediyor ve aşırı zorluyor sayın okuyucu. Sevilen nesnenin yanında olamamak aşırı özlem içeriyor.
"...Simyacı bir şişe açıp konuğunun bardağına kırmızı renkli bir sıvı koydu. Şaraptı ve ömrü boyunca hiç içmediği en güzel şaraplardan biri. Ama şarabı şeriat yasaklamıştı. 'Kötülük' dedi simyacı, 'insanın ağzından giren şeyde değildir. Kötülük oradan çıkandadır.' "
Kendini bilmek, yaratandan ziyade yaratılanı sevmek, kimseye zarar vermeden dünyanın bütün harikalarını görmek, ihtiyacı olana yardım etmek ve Hz. Muhammed'in dediği gibi ' Bir kötülük gördüğünüz zaman elinizle, gücünüz yetmezse dilinizle, ona da gücünüz yetmezse kalben karşı koyunuz.' bir kötülük gördüğünüzde ona karşı koymak işte iyi insan olmak için yapabileceğimiz şeyler bu kadar basitken insanların özel yaşamlarını sorgulamak ya da hayatlarına bekçilik(!) yapmak bizi iyi ve dindar insan yapmaz sevgili okuyucu. Yazarın da dediği gibi kötülük aslen ağızdan çıkandadır. Kalp kırmayın.
"İnsan sevdiği için sever. Aşkın hiçbir gerekçesi yoktur...Seni seviyorum çünkü bütün evren sana ulaşmam için işbirliği yaptı."
Aşkın niyesi, nedeni, öncesi ya da bir zemini yoktur. Aşk, akrepsiz ve yelkovansız saatlerin kadranında yaşanır.
"Kendi kişisel menkıbesini yaşayan kimse neye ihtiyacı varsa hepsini bilir. Bir düşün gerçekleşmesini bir tek şey olanaksız kılar: başarısızlığa uğrama korkusu."
"Aşk, ne çöl gibi devinimsiz durmaktan, ne rüzgar gibi dünyayı dolaşmaktan, ne de senin gibi her şeyi uzaktan görmekten ibarettir.
Aşk, evrenin ruhunu değiştiren ve geliştiren güçtür. İlk kez onun içine girdiğim zaman, onun kusursuz olduğunu sandım. Ama daha sonra onun yaratılmış olan her şeyin yansıması olduğunu, onun da savaşları ve tutkuları olduğunu gördüm.
Evrenin ruhunu bizler besliyoruz ve üzerinde yaşadığımız dünya, bizim daha iyi ya da daha kötü olmamıza göre, daha iyi ya da daha kötü olacaktır.
Aşkın gücü işte burada işe karışır; çünkü sevdiğimiz zaman, olduğumuzdan daha iyi olmak isteriz."
Sizi her zaman olduğunuzdan daha da iyi olmaya itecek insanları sevin.
Kitabın sonunda Santiago kişisel menkıbesine ulaşıyor yani hazinesine. Meğer hazine yanı başındaymış bizim çobanın.
Aynı semtte 16 yıl, aynı lisede 4 yıl, üniversitede İzmit-Sakarya kadar yakın ama birbirimizden habersiz. Meğer benim de hazinem yanı başımdaymış. Bunca yıldır yanı başımda duran ancak fark edemediğim biricik hazinem, 'O'... O'nu seviyorum çünkü bütün evren ona ulaşmam için işbirliği yaptı.
Sevgiyle ve sağlıcakla kalın sevgili okuyucu.
Yüreğiniz neredeyse hazineniz de oradadır.